
Japon ebeveynlik tarzına ilişkin dünya genelinde, stereotip olarak kabul edilebilecek birtakım görüşler bulunur; buna göre Japonya’da çocuk yetiştirmek demek, özellikle Batılı kültürler ile karşılaştırıldığında bir dizi “katı” kuralı takip etmek anlamına gelir. Bu yaygın görüşün ne denli gerçeği yansıttığına gelin beraber bakalım; işte Japonya’da çocuk yetiştirme kültürüne dair bilgiler.
Tipik Japon ebeveynlik tarzı
“Yakın ebeveynlik” olarak tabir edilen yetiştirme tarzının yoğun olarak görüldüğü Japon kültüründe, anne & babanın çocuğu ile uyuması, banyo yapması ve fiziksel temasa odaklanan oyunları oynaması oldukça normaldir. Bununla beraber, özellikle Japon anneler ve babalar, doğumunu takip eden ilk 2 yılı kesintisiz olarak bebekleriyle geçirme eğilimindedir. Öyle ki, Japonya’da yapılan bir ankete göre bu coğrafyada yaşayan anneler haftada yalnızca 2 saat çocuklarından uzak kalır; bu süre Amerikalı anneler için 24 saattir.
Bununla bağlantılı olarak, Japonya kültüründe, bebek bakıcıları ile çalışmak; eğlence amacı ile (arkadaşlarla buluşmak, sinemaya gitmek vb.) bebekten uzakta zaman geçirmek veya hafta sonu küçük tatillere çıkmak kabul görmez. Günümüzde çok yaygın bir görüş olmasa da, “saygın” bir ebeveyn olmanız için ilk 2 yıl, tüm ilginizi bebeğinize vermeniz beklenir. Bu durum elbette ki annenin tam zamanlı çalışması veya birden fazla bebeğe sahip olması halinde çok da mümkün değildir.
Bu denli yakın bir ilişki, özellikle bağımsızlığı teşvik etmeye odaklanan Batılı kültürlerde “çocuğu şımartmak” olarak algılanır. Bunun bir nedeni, bebeğin doğumun hemen ertesinde, anneye bağımlı bir varlık olarak görülmesi ve bağımsızlığı öğrenmesi gerektiğine inanılmasıdır. Bunu başarmanın bir yolu, çocuğun kendini ifade etmesine imkân vermek ve özgürlüğü teşvik etmektir. Aileden aileye değişiklik gösterse de, Batılı bir ebeveyn için, bir bebeğin huysuz olmasına izin vermek, çocuğun kendini ifade etme ve atılganlık gibi önemli becerilerini geliştirmesine imkân sağlamak anlamı taşır. Bu düşünce tarzına göre, tam anlamıyla disiplin sağlamaya yönelik her türlü girişim, çocuğu çok önemli bir dersten mahrum etmek olacaktır.
Bunun tam tersi biçimde, Japon kültüründe bebek, aileye tamamen bağımlı olması gereken, başlangıçta yalnız bir varlık olarak kabul edilir; bu anlayışta, anne ve bebek arasındaki sınırlar tamamen bulanıklaşır ve aradaki ihtiyaç bağı nedeniyle, ebeveyn ile yavrusu “tek bir insan” gibi tasvir edilir.
Japonya’da ebeveynlik: Disiplin
Yukarıda da bahsetmiş olduğumuz gibi, Japon kültürü pek çokları tarafından “katı” ve “kurallı” olarak kabul edilir, ancak çocuk yetiştirme söz konusu olduğundan durum tam anlamıyla bu şekilde değildir. Küçük bir karşılaştırma yapmak gerekir ise, Batılı ebeveynler kurallara uyma ve yaptırımın tutarlılığına odaklanırken, Japon ebeveynler ise disipline önem verir fakat cezaya çok fazla güvenmeme eğilimi gösterir.
Ödül – ceza yönetimi yerine, çocuğu disipline etmek için, işbirliği ve uyumun önemini vurgulayan aktiviteler gerçekleştirilir. Bu noktada, okul ile işbirliği yapılır; belirli bir toplumun parçası olmaktan gelen sosyal baskı, uyumu ve uygun davranış kalıplarını öğretir.
Disiplin kendini ebeveynlerin doğaya ilişkin tutumlarda da gösterir; ağaçlarla, çiçeklerle, canlılarla bütünleşmek yüceltilirken, hangi yaşta olursa olsun çocuğun doğanın herhangi bir unsuruna bilmeden de olsa zarar vermesi kesinlikle kabul edilemez.
Japonya’da ebeveynlik: Empati
Kişinin kendi eylemlerinin başkalarını nasıl etkilediğini düşünmek, yani empati yapmak, Japonya’daki en değerli şeylerden biri olarak kabul edilmektedir; elbette ki bu durum, kendini çocuk yetiştirme tarzında da göstermektedir. Öyle ki empati, Japon ebeveynliğinin özünü oluşturmaktadır; Batılı tarzdaki ebeveynlik ile karşılaştırıldığında bunun önemi çok daha yoğun bir biçimde görülebilmektedir.
Japon ebeveynler, çocuklarının eylemlerinin, başkalarının ve hatta nesnelerin duygularını nasıl etkilediğini sürekli olarak önemser ve çocuklarına bulundukları geri bildirimler de hep bu düşünce üzerine kuruludur. Bu sayede, bu coğrafyada yetiştirilen çocuklar, küçük yaşlardan itibaren, harekete geçmeden önce başkalarını düşünmenin önemini kavramaya başlar.
Japonya kültüründe ayrıca, ebeveynler, çok erken yaşlardan itibaren çocuklarını ailede ve çevrelerinde barış ve uyumu korumaya teşvik eder; bu, çocukların çevrelerine nasıl uyum sağlayacaklarını öğrenmeleri gerektiği anlamına gelir – bu türden bir kontrol, erken yaştakilerin endişelerini veya öfkelerini ifade etmemesi anlamına gelse bile.
Akranlar arasındaki ilişki de empati eğitiminin alanına girer; özellikle grup olarak yapılan aktiviteler sırasında kazaların ve küçük çaplı anlaşmazlıkların olması kaçınılmazdır. Ancak çatışma durumunda, barışı sağlamak ve kazaların sonuçlarını hafifletmek önemlidir.
Japonya’da ebeveynlik: Özgüven
Bilindiği gibi, Japonya suç oranın oldukça düşük olduğu bir ülkedir ve bu sebeple “güvenli” kabul edilir. Bu durum, ebeveynlerin, topluma güvenmesini sağlarken, çocuklarını da özgür bırakmasına imkân sunar. Erken yaşlarda özgürlüğün tadına varan çocuklar ise, kendilerine güvenmeyi öğrenir.
Kendine güvenme, ebeveynler tarafından da teşvik edilmektedir; bu topraklarda çocuklar, erken yaşlardan itibaren kendi başlarına toplu taşıma araçlarını kullanma, okula gitme ve alışveriş yapma gibi alanlarda tecrübe kazanır.
Erken yaştakilere bu türden sorumluluklar yükleme, dünyanın pek çok noktasındaki ebeveyn için endişe verici olabilir ancak küçük yaşlardan itibaren her şeyi kendi başlarına yapmalarına izin vermek, önemli becerilerin kazanılması açısından oldukça değerlidir.